Seni beklerken, 4 çay içtim… Bir çikolatalı gofret, yarım bir mandalina ve küçük bir paket brownie intense yedim. Aç mıydım, bilmiyorum… Seni beklerken, o an ne yaptığını düşündüm.
Oturduğun masada sıkıntıyla birbiri ardına sigara içtiğini, masaya gelen kahveyi soğuyup buz gibi olana dek saatlerce yudumladığını getirdim gözümün önüne… Karşındaki konuşurken aklından neleri geçirdiğini, endişelerini, üzüntünü, neler hissettiğini merak ettim. Sevdiğim bir kitaptan üç koca bölüm bitirdim, bir gözümü telefonumdan ayırmadan.
Yağmur yağacak gibiydi bir ara, “bulut geçiyor” dediler ve bitti o an endişelerim. Yağmur yağmayacaktı, öyle diyordu hava tahminleri. Ama soğutacaktı, çok soğuyacaktı… Üzerine bir hırka alabilmiş miydin acaba? Üşüyecek miydin? Yanıma gelecek miydin? Geldiğinde kafanda binlerce soru, endişe ve belki de kızgınlıkla mı dolu olacaktın?
Queens of the Stone Age’den “Mosquito Song” çaldı bir ara radyoda, seni beklerken… İçimizi kemirenleri kanımızı emen sineklere benzeten, bizi uyuşturan – hissizleştiren yaşanmışlıkları anlatan hüzünlü bir şarkı işte… Ya da anlattığı yalnızca bir sineğin ısırığıdır kim bilir?
Seni beklerken en çok seni düşündüm. Sana dair ne geldiyse aklıma, zihnimi kemirdi de durdu işte…
Vızıltı mı o?
Artwork Credit: Hans Kanter
Sanırım gelmeyecek🐌🐌🐌
Gelsin diye beklemedik ki…