Sevgili Bayım / Deli Kadın…

Tüm Deli Kadınlar ve Sevgili Baylara;
Ekim 2013’te başlayan bu atışma ne kadar sürecek, kim yazmaya devam edecek bilmesek de bu atışmanın iki tarafından da ortak bir mesaj verelim önce;
“Ah aptal… Bu satırları sana yazdığımı nasıl düşünürsün? Kâinat benim mi ki ondan bana zuhur edeni bir benim bilip sana yazayım? Dimağıma düşen kelimeler dudaklarımdan süzülünce ben mi söylemiş oluyorum tüm bunları? Ah küçük budala.. Benim sana dair aklıma düşenleri yazabilecek kadar kelimem yok ki.”
***
 
Ne o? Susup kaldın yine. Söyleyeceklerin birer birer kilitlenip kaldı dilinde huysuz kadın! Dudaklarının kenarında kalan çikolata parçasını parmaklarınla silmeye çalışırken kraliyet törenindeydin adeta. Ya o kahvenin dibini on kere içmeye kalkman yok muydu? Ah çok güldürdün beni bu gece… Dilinin ucuna gelen her cümle üzerine bir sigara yaktın. Cümle dumana karıştıkça uçtu gitti kafandan. Sahi, neler geçirdin sen aklından? Dünyalar aktı o minik kafatasından. Gözlerinin ardında bulut bulut sakladığın her düşünce pencereden dışarıyı seyrederken karıştı gitti gecenin karanlığına. Karşı pencerelerde ışıklar yandı, ışıklar kapandı, televizyonlar açıldı, kanallar değişti, müzik hem kulağında hem beyninde ayrı döndü. Ama dilin dönmedi işte.
Ne anlatacaktın ki hem. Ruhun çırılçıplaktı her zamanki gibi, okumak isteyene…
Bu kez örtmemiştin binlerce laf balonu ile. Ama yine de huzursuz oldun. Kendi huzurunu kendin gölgeledin. 5 yaşında, bayrama büyüklerinin yanına gitmiş akıllı çocuk taklidi yapan haşarı manyak seni… Zaman mekân arasında ışıktan az yavaş, sesten az hızlı yolculuğuna daldın.
Hele bir de gidişin vardı ki…
Durun Bayım durun! Dedikleriniz şu an bir kulağımdan girip diğer gözümden gözyaşı halinde süzülüyor. Yo hayır anlamıyorum! Fransızca bir şarkının nakaratını söyler gibi sesiniz, Jusqu’ici tout va bien…
Oysa ne de güzel âşık olurdunuz siz bana…
Şarkılar bestelerdiniz belki de. Yok yok… Dilim varmıyor söylemeye. Tutkunuz ince hastalığa yakalatırdı sizi maazallah. Sonra nasıl dayanırdı yüreğim sizi hasta görmeye? İyi ki sevmediniz beni Bayım. İnanın hepimiz için daha iyiydi böylesi…
Güzel olduğunuz kadar safsınız da küçük hanım… Nereden çıkarıyorsunuz sizi istemediğimi? Şaşkınlığınız beni de tecrübesiz kılıyor karşınızda.. Oysa gözlerime bakabilseniz anlardınız size olan bin yıllık özlemimi. Belki birkaç saattir ya da aydır tanışıyoruz. Ama ruhum size o kadar aşina ki.
Ah deli kadın! Ah ruhunu unutmuş Amazon! Kafanda çizdiğin, efendisine sadık aşık olamazsın ki sen. Benim sende gördüğümü sen de görebilseydin, hayranlığımla korkumun nasıl ayni anda katlandığını anlayabilirdin… Sabır biraz kadın, sabır. Yoksa ben de bilirim ellerini bırakmamayı, dudaklarından zehir de olsa ömrümün anlamını içmeyi…
Yaşlanıyoruz kadın… Farkındayım hepsinin. Bak, yine bitti şarki… Ve sen hala sigaranın dumanının dansını seyrediyorsun…
Aynı havayı teneffüs ettiğimizin farkında mısınız Sevgili Bayım? Kim bilir belki de aynı bardaktan cay içmişizdir dostlarımızla muhabbete daldığımız bu mekânda, farklı aylarda, günlerde?
Ayni gök kubbenin altında yaşlandığımızın farkında mısınız? Yaşlandıkça yalnızlaştığımızın? Oysa çok değil istediğim. Siz kâbuslarınızla savaşırken elinizi tutmak, üşüdüğümde bana sarılmanız belki de… Düşlerinizde yerimin olduğunu bile bilmek mutluluk verirdi bana.
Bayım? Beni duyabiliyor musunuz? Yo hayır size kızmıyorum.. Ne münasebet? Haddimi bilirim ben. Benim öfkem kendime. Daha sizi tanımadan size sarılmayı dilemek belki de hadsizliğim. Bana bir şarkı söylemez miydiniz? Belki biraz olsun teselli bulurdu ruhum. Bayım? Nefes alıyor musunuz? …
Ah deli kadın! Bak hala söyleniyorsun kendi kendine. Neş’en dünyayı doldurduğunda etrafına üşüşen kelebekleri ölümsüz sanıyorsun. Biraz sus deli kadın. Sen isyan ettikçe ölüyor o kelebekler, sonra yalnız kaldım diye ağlıyorsun…

***

İstanbul’un asla bir araya gelmeyecek iki yakasıyız seninle bayım. Herkesin bir köprü atmaya çalıştığı… Onlarca vapur, yüzlerce tekne. Olmuyor, kavuşamıyoruz. Yerle yeksan olduğunda bu şehir, deniz çekilecek aradan.. İşte o zaman üzülmeli mi, sevinmeli mi bilemedim.

Ah deli kadın… ah akl-ı evvelim.. bir şehrin iki yakası demişsin seninle benim için… hem de İstanbul’un.. bir bak bakalım şu muazzam şehre… denizin altından el ele tutuşmamış mıdır o iki aşık yaka.. körsün de bu kadar mı körsün be kadın… biz olsak olsak birbirine sırtını dönmüş iki dağ oluruz. aynı ırmaktan beslenip birbirine selam vermekten imtina duyan. Uyan!!!

Hadi bırakalım herkese karşı takındığımız maskeleri, birbirimize gösterelim yüzlerimizi… Biliyorum, Aynı acılarda kavrulmuşuz, aynı ümitsizliklere gömülmüşüz, aynı aptal şeylere sevinmişiz… O göstermelik büyüklenmelerimiz, kendimizi korumak adına kurduğumuz kulelerimiz, anlaşılmamak için sarf ettiğimiz onlarca çaba… Gel bizim yalnızlığımız sadece bizim olsun.

Birbirimize dürüst olalım Bayım, maskelerimiz sokaktakilere zahir olsun…

***

Doyumsuz saadetiniz bana hazan mevsimi yaşatıyor bayım… Bir delilik yapıp sizi öldürmekten korkuyorum…

***
Farkında değilsiniz, biz yüz yıldır tanışıyoruz Bayım. Proust’un, şu her yanından geçtiğinde kalbinin sıkıştığı heykel vardı ya, hani arabasından bir türlü inip de geri kalanını göremediği, kalanını hep hayal ettiği, aşkı benzettiği heykel… İşte o heykelin dibinde bir selamlaşmışlığımız var. Hatırınızda mı?

*****

Ah Sevgili Bayım…

Martılara simit attığımız günü hatırlar mısın? Gerçi belki de hatırlamazsınız çünkü yanımdaki siz değil, hayalinizdi yalnızca… Ama yine de pek bir keyifliydi Sevgili Bayım… Size ısrarla simitleri küçük parçalar halinde atmanızı tembihlememe rağmen hiç oralı olmuyordunuz, aramızda kıtalar olmasından sebep sanırım, sesimi kesiyordu hain lodos.. Beni duymuyordunuz.

İçim sevinçle doluydu o gün, bir gün gerçekten yanımda savuracaktınız simit kırıntılarını.

Geçen yine vapura bindim, sizi yine yanımda hayal etmeye koyuldum ki… Ah Sevgili Bayım… Yüzünüz silinmiş gitmiş hafızamdan… Size ait ne bir mimik ne bir eda… Olmadı…

Tek başıma savurdum simitleri martılara.. Hem de hiç bölmeden.. Bütün bütün…

Ah deli kadın!

Yine vapurlara vurmuşsun kendini… Olmayacak hayallerin peşinden bir o yaka, bir bu yaka dolanıp durmuşsun… Martıları simide müptela etmişsin, balık avlamayı unutmuşlar senin yüzünden… Yüzünü unuttum demişsin ama yalanına kendin bile inanmamışsın be kadın…

Ah meczup kadın…

Bilmiyorum sanıyorsun ama hala bir fotoğrafım var sende.. Başucunda sakladığın o romanın arasında… Gece uykusuz kaldığında, kitabı açıp yüzümü seyredişini hissetmiyorum mu sanıyorsun?

Kendini kandırabilirsin, martıları da… Ama yüzümün her çizgisini kazıdığın zihnini asla…

Ah bayım! Sevgili bayım!

Ne olurdu kurduğum düşlere birazcık ayak uydurabilseydiniz?

Gururunuzla çıktığınız Kaf dağından biraz aşağı bakmayı da düşünseydiniz…

Kendinizi gördüğünüz dev aynasına ihtiyacınız bile yoktu aslında.

Ah siz kendinizi bir de benim gözümden görseydiniz…

***

 

Ella Fitzgerald – so in love dinlerken insan kendini 50’lerde bir filmde gibi hissediyor ancak gözlerini açana kadar… Oh! Pardon bayım! Yanlışlıkla oldu… Aslında ekrandan başımı kaldırıp sizi 5 saniye evvel farketmiş olsaydım, emin olun yine size çarpardım… Hatta elimdeki hayali kitapları düşürüp bayılabilirdim bile… Size söylüyorum Sevgili Bayım. Beni duyabiliyor musunuz? Yüzüme ters bakıp yolunuza devam ettiniz biliyorum ama yine de… Belki bir ihtimal.. Beni duyabiliyor musunuz Bayım? Ben değil, zihnim haykırıyor size! Bayım? Orada mısınız?

***

 

Bugün, ellerinizi tuttuğumda Sevgili Bayım, tüm dünya kaybetti birden renklerini…

Koskoca şehir; martılar, çaycılar, simitçiler, isyancılar, arabalar, otobüsler, uçaklar, fıskiyeler, sokak müzisyenleri, inşaat makinaları, konuşan dostlar, kavga eden sevgililer, polis hoparlörleri, dükkan müzikleri sustu…

Siz ellerimi tuttuğunuzda Sevgili Bayım, solan renkler, susan sesler, kaybolan kokular arasında zaman durdu…

O an, bir tek bendim; gören, duyan, nefes alan ve hisseden ellerinizin sıcaklığını… Her bir saniye dakikaya, saate döndü zihnimde.

Ellerim, ellerinizin arasında kaybolduğunda Sevgili Bayım, Ah! Sevgili Bayım, o anın içinde sonsuza dek hapsolmak istedim. Gözlerinizin içine bakıp size söyleyemediğim tüm cümleleri nefes dahi almadan sıralamak.

Zihnimde durdukları sürece beni ne çok yaraladıklarını bilseydiniz, kim bilir, belki siz söker alırdınız onları dudaklarımdan.

Ya da belki bunların hepsini biliyorsunuzdur Sevgili Bayım.

Kör olmalı bir insan gözlerimdeki acıyı görmemesi için, sağır olmalı nefesimin nasıl tıkandığını duymaması için….

Hissiz olmalısınız, ellerinizin içinde titreyen buz gibi parmaklarımı hissetmemeniz için.

Ah Sevgili Bayım! Siz bir zalim olmalısınız sizin için çarpan yüreğimi böylesine parçalayabilmek için.

Ne yaptı bu deli kadın size? Gözünüzü, kalbinizi ona karşı bu denli mühürlemeniz neden?

***

Size attığım her adımda ayaklarıma basmaya çalışmasanız ne mutlu olurdum Sevgili Bayım…

***

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir