Labirent

Olmuyor…

Konuşamıyorum, yazamıyorum; anlatamıyorum. Aklımdan geçirdiğim dilimden dökülmüyor bir türlü. Zihnimin içinde koca bir labirent var. Yüreğimden zihnime uzanan dev dağların kapattığı bir yol var; kalpten çıkan her bir kelimenin kat etmesi gereken bir yol. Sarp kayalıklar ve patikaları can kırıklarıyla bezeli, ne nefeslenecek bir gölgeliği ne de susuzluğunu giderecek bir damla suyu olmayan bir yol… Bazen yol arkadaşlarıyla bazen yapayalnız, saniyelerin yıla tekabül ettiği bir seyahat bu. Üç saniyenin üç yıla, bir dakikanın bir ömre denk geldiği…

Dağlar aşılıp da zihnin kocaman kapılarına varıldığında muhafızlar çıkar karşına. Her biri soru sormaya başlar, aynı anda, farklı sesler farklı yüzlerle. Kimisi gülümserken bağırır, kimisinin sorularını yalnızca dişleri arasından tıslar gibi duyarsın.  Muhafızları geçtiğinde ise başlar labirent. Her bir anının, her yaşanmışlığın duvarlarından mütevellit. Labirentin içinde binlerce ses, görüntü, his, seni yolundan geri çevirmeye çalışır. Oysa kelime, ulaşmalıdır yerine ve dökülmelidir dudaktan. “Dur!” der duvarlardan biri, “onu boş ver, yoluna devam et!” der diğeri. Aralarındaki kavga sürerken, karanlık labirentte yolunu bulmaya çalışırsın. Ah! O dudaktan bir çıksa, nasıl özgür olacak! Bunun hayaliyle, harflerini döküp saçmadan ilerlemeye çalışır. Tam o anda, yürekten bir kelime daha kopar, can havliyle katılır yola. Yetişmelidir, kendinden önce yola çıkanın yanında olmalıdır. Bir diğeri, bir diğeri derken sarp dağların patikaları, yarı yolu bile aşamayacakları bilinen kelimeler ordusu ile dolar. Kimi dağın zirvesinde donar, kimi uçurumlardan aşağı kayar. Kimisi cevap veremez muhafızlara, harflerini çuvallara doldurulup sallandırılırlar kelimelerin bedenlerini kale kapısından aşağı.

Labirenti geçip de zihne ulaşan kelime, bir süre bekler; belki gelen olur diye. O kadar yolu aşmasına rağmen tek başına çıkmaya cesaret edemez çünkü. Her bir dakika bir ömür…

Gelir kelimeler; bölük pörçük, yarım yamalak, anlamsızca yan yana dururlar. Anlatmak istedikleri onca şey varken bir anda başka bir cümleye dönüşmüşlerdir. Yürekten çıktıkları an sahip oldukları cesaretten eser yoktur şimdi. Mekanikleşmiş, tecrübelerle öğrenilmiş halde dizilirler yan yana. Ruhsuzca dökülürler dudaktan.

Ruhsuzca dökülüyorlar dudaklarımdan…

Kulaklarım inanamıyor duyduklarına! Oysa içimden geçen bu değildi, anlatamıyorum…

 

 

Photo Credit: States of Mind by Emma Amar
https://www.instagram.com/emmananou/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir