Dört Kapı… (Gidenler)

Kapıyı çarpıp çıktım…
Aslında her şey bir anda oldu… Ona söylediğim tek şey “Lütfen bardaklarını kitaplarımın üzerine bırakma” idi. Çok şey istemiyordum ki. Hem iki ay önce “Bu da benim keyif köşem olsun” diye kanıma girip doktora bursumun büyük bir kısmıyla bana aldırdığı, kadife koltuğun yanına iliştirip tek bir kez bile kullanmadığı bohem çay sehpasının üstü hala boştu.
Israrla salonun ortasındaki geniş kahve sehpasına takmıştı. Ben orada çalışıyordum… Orası da benimdi. Bilgisayarım, kitaplarım, not defterlerim oradaydı. Akşam işten dönüp “ne yiyeceğiz?” diye sorana kadar kaldırmıyordum kafamı kitaplardan. Bazen de koltukta sızıyordum. Koltuğun üzerine süs olsun diye örttüğü kanaviçe işlemeli örtüsünü üzerime çekmeme bile izin yoktu. Ama ona sorsanız, hayatı zindan etme üstadı bendim. Seminerlere gittiğim günlerde eve topladığı arkadaşlarıyla düzenimizi alt üst ettiği yetmezmiş gibi yokluğumu fırsat bilip üst üste yaktığı sigaraların leş kokusu kitaplarıma dahi siniyordu. Yüzyıllık kitapları kütüphaneye geri götürürken kokuyu alacaklar diye ödüm patlıyordu.
Ona yalnızca “Lütfen bardaklarını kitaplarımın üzerine koyma” dedim. Benden birkaç dakika sonra eve girmişti. Çıkarken içtiği kahvenin kupası hala Amicis’in 1878 basımı “Constantinople” ının üzerinde duruyordu. Bunu kaldıramazdım. Buna müsamaha gösteremezdim. Bu artık resmen tarihe, edebiyata, hayata, aşka, İstanbul’a saygısızlıktı. Susmadı… Havada binlerce kelime uçuştu. İçerisinde “Lanet olası, harf fukarası, edebiyat çamuru, bitmeyen doktora, borç batağı, hata ettim, aşkmış, hayatımı mahvettin” ifadeleri geçen onlarca cümle duvarlara çarparak yerlere döküldü.
Kahve fincanını kitabın üzerinden alıp duvara fırlattım ve kapıyı çarpıp çıktım…

Kapıyı çarpıp çıktım… (2)
Her şey bir anda oldu… Ah o Hülya karısı asabımı bozmasaydı… İlla tutturdu o pasaklı karını boşa da beni al diye. Sanki ben çok memnunum da halimden. 17 yaşında, mal bölünmesin diye verdiler 15 yaşındaki teyzekızı sümüklü Hatice’yi koynuma… Çocuğu olmuyor diye 4 yıllık direnmelerim tam meyvesini verecekti ki Hatice; “baba olacaksın” diye kaçırdı ağzından. Pasaklı Hatice! Eve it bağlasan durmaz, bir de çocuk bakacak… Pisliğinde boğulur bebe…
Ah Hülya ah! Nasıl diyeydim ben sana evde 3 aylık bebeğim var diye. Zaten iki yıl kapına kul olmuşum, seni o meyhaneden çıkaracağım diye bin bir yalan dolanla aklına girmişim. Şimdi nasıl olmaz derim?
Dükkânda işler iyice kesat, kimsenin nalbura uğradığı yok. Babamın zamanındaki gibi değil artık işler ama gel de anlat. Zaten Hülya’ya istediği gerdanlığı alacağım diye kredi kartına yüklenmişim. Bir de eve geleyim de ne göreyim? Hatice’nin elinde ekstre… “Nur Kuyumculuk yazıyor burada? Bir de 100 liralık market alışverişi var…”
Ulan kadın! Sana mı kaldı benim kart ekstremi açmak? Hesap mı vereceğim sana? “Bebeğe bile bez alamadık!” demesiyle cinlerim iyice tepeme çıktı. Zaten öğleden sonra Hasan Abi cigaramı getirmedi. Alacağı olsun itin! Parasını da peşin almıştı hayvanoğlu. İşte sinir o sinir…
Tam olarak ne oldu hatırlamıyorum ama elimde dayanılmaz bir sızı ile kapıyı çarpıp çıktım…


Kapıyı çarpıp çıktım… (3)
Artık kaldıramıyorum. Kuruntularını, kurgularını, sabah kalktığı andan itibaren üzerine giyindiği yapmacıklık kostümünü. İnsan sabahın 8’inde nasıl gözünde rimel dudağında rujla “günaydın kocacığım” der?
İnsansın sen kadın!
8 yıldır tek bir gün bile sektirmeden, hastalıktan geberse bile yüzünde aynı yapmacık gülümseme, her gün değiştirdiği seksi sabahlıkların içinde o cırtlak sesini çocuk gibi yapmaya çalışıp kafamın tepesinde “günaydın kocacığım” diyen bir robotla evliyim!
Daha yataktan adımımı atmadan yatağın üzerine o gün giyeceğim kıyafetleri seren, kravatlarımı seçerken özellikle uyumsuz renkleri tercih ederek kendince beni diğer dişilerin hedefi olmaktan kurtaran biricik karım…
Ben üstümü giyinirken mutfağa inip aşçısından hizmetçisine herkesi ayağa dikip “Buna kahvaltı mı diyorsunuz siz? Bu portakallar pörsümüş mü? Kahve çekirdeklerini sabah taze çekin demiyor muyum ben size? Ayşe Hanım Fransa’dan aldığımız peynirler nerede? İki gün yedik sadece! Çalıyor musunuz bunları siz?” diye başlayan ve ben alt kata inerken merdiveni gıcırdatana kadar devam eden içtima…
Sıkıldım hepsinden. Yogasından, kişisel yaşam koçundan, bitmek bilmeyen diyetlerinden, doymak bilmez heveslerinden, her yıl yeni bir hobiye merak salmasından, her saat başı “aşkım ne yapıyorsun?” aramalarından, uzun süren toplantı gecelerinde evde kendi kendine kuruntu yapıp şişelerce içmesinden sonra o hali ile üstümü koklayıp gömleklerimi milim milim incelemesinden, “kimdi o kadın?”lardan, “bende bulamadığın ne var o orospularda?”lardan, kuruntularından, kuruntularından ve yine kuruntularından sıkıldım!
“Ev, araba, yazlık, bankadaki paranın hepsi senin olsun, ben gidiyorum! Rahat bırak beni artık!” diye bağırdım, kapıyı çarpıp çıktım.


Kapıyı çarpıp çıktım… (Son)
Çok güzel kız… ama bir huzursuzluk var içimde… Daha tanışalı bir yıl oldu ve şimdiden her anımın gözetlendiğini hissediyorum. Her sokağın başında bir abisi, her mekânda bir tanıdığı var. Sosyal medyadaki tüm hesaplarımı kapattırdı. Büyü mü yaptı acaba bana? Aklım çalışmıyor artık. “Hadi bana gel de film izleyelim” dedi. Tamam, film izleyeceğiz ne var ki bunda. Ama abilerinden korkuyorum… “Merak etme, hepsi memlekete, Konya’ya gitti, büyük amcamız ölüyor, mirasından kim fazla pay kapar diye koşa koşa gitti pez..nkler”
Film izleyeceğiz.. Hangi film diye soramadım bile. Eve gittiğimde çayı koymuş, mısır patlatmış. Ev mis gibi kokuyor. Kocaman televizyonun karşısına çekmiş çekyatı. Önüne de iki sehpa. DVD’yi player’a koyuyor. Yanıma oturuyor. “Çok beğeneceksin” derken ki ses tonunu hiç beğenmiyorum.
Ekran önce karanlık. Sonra bir oda görüntüsü… bu odayı hatırlıyorum… olamaz! Bu benim üniversitede ikinci sınıfta kaldığım ev? Nasıl olabilir? Bu kaydı hatırlıyorum… eve ilk defa kız atmıştım! Yok, bu rüya olmalı… bu gerçek olamaz.. Bu kayıt onun eline nasıl geçti? Yok.. bu bir rüya… Esra? Esra odaya giriyor.. Hem de tüm bunların kaydedildiğinden habersiz. Esra.. of be Esra! Kendini yurdun penceresinden atmasaydı iyiydi ama… Esra.. Konyalıydı Esra… Daha fazla izleyemeyeceğim. Nefesim daralıyor, çıkmam lazım… Ayakkabılarım nerede? Kapının önündeydi! Bağcıklarını bağlamalıyım yoksa takılır düşerim… Kapıyı çekeyim hızlıca, en az 3-4 saniye kazanırım… Bu merdivenler ne kadar yüksek! Şurayı döndüm mü… Silah mı o elindeki? Ah! Şu karşı duvara sıçrayan ben miyim?


A.C. 2014

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir