Tanrım! Zihnimi Koru!

Dünya Sağlık Örgütü, 2030 yılında mental sağlık krizinin obeziteyi geçeceğini öngörüyor.

2019’un etkilerini hala gerçek anlamda anlayabilmiş değiliz. İzolasyonların, maddi ve manevi krizlerin bize nelere mal olduğunu ancak önümüzdeki yıllarda fark etmeye başlayacağız.

Zihin sağlığının beden sağlığı kadar önemsenmesi elbette kıymetli ama bu süreçte böylesi manipulasyona açık bir alanda ilerlemek mayın tarlasında yürümek gibi. Konunun uzmanı olmayan herkesin “etiketleme” uzmanına dönüşmesi an meselesi.

Dikkat edin, çevrenizde ne kadar çok insan yöneticilerini, partnerlerini, ailelerini narsist olmakla itham etmeye başladı.

Biraz kasları gelişince kişisel trainer ve protein tozu satış temsilcisine dönüşen, huzuru bulduğu iddiası ile yoga stüdyosu açıp suluk-mat satışıyla hayatını döndüren fırsatçıları yeni bir fırsat bekliyor.

Sadece bireysel değil, kurumsal anlamda da…

Hepimizi “biricik, her şeyin en iyisine layık” olduğumuza inandıran markalar, bu inancın bizde yarattığı bencilliğin sebep olduğu yalnızlığa ve yalnızlığın getirdiği ruhsal yaralanmalarımıza da çare olmak için kollarını sıvamaya başladı bile.

Şimdi yine “fırsat bu fırsat” anlayışıyla, gelecekte başımıza büyük bela olacak “zihinsel sağlık krizi”ne dair tüm markalar hatta ülkeler iletişim stratejilerini güncelliyor, yeni girişimlere, olumlu-olumsuz fırsatlara göz kırpıyor.

‘Olması gereken’ ile ‘oldurulan’ arasındaki çizgi giderek silikleşiyor. Ben insanların zihin sağlıklarını koruyabildikleri yerlerde yaşayabilmelerini, çalışabilmelerini, eğlenebilmelerini arzu ediyorum. Toksik ilişkilerden, iş yerlerinden uzaklaşın demek kolay, steril bir alanda ‘sağlıklı’ olduğunu iddia etmek de. Her şeyin en iyisine layık bizler hayatımızdan tüm olumsuzlukları silip atmayı başarabildiğimizde bir sonraki mücadele hedefimiz ne olacak? ‘Hayat dediğin bir mücadeledir’ lafı hiç de boş değil. Peki biz tüm mücadelelerimizi silip attığımızda yaşam dediğimiz boş arsada ne yapacağız? Sıkılacağız… Yaşama amacımız kaybolmuş bir halde ayaklarımızı seyrederiz belki de.

 

Markaların müşterilerinin, çalışanlarının ruh sağlığını önemsemesini çok kıymetli buluyorum. ‘Müşteri her zaman haklıdır’ şiarıyla çalışanlarını herkese ezdiren işverenler artık eski popülaritelerini koruyamıyorlar. ‘Çalışması keyifli iş yeri’nden çıkan ürünler ve hizmet daha kıymetli bir hal alıyor. Mutlu çalışan, yüzüne zorla gülümseme oturtulmuş çalışan değil gerçekten ait hisseden, emeğinin karşılığını alabilen, takdir gören çalışan demek ve bunu anlayamayan iş yerleri önümüzdeki dönemlerde birer birer kıymetli çalışanlarını kaybedecekler. Personel turnover hızı hiç olmadığı kadar ivme kazandı. Acaba neden?

Burada özetlemeye çalıştığım iki husus var aslında. Birincisi zihinsel sağlığın önem kazanması ile bu alanda farkındalık için yarışan marka iletişimi. İkincisi ise bu iletişimi gerçekten içselleştirerek ‘insan’ gibi çalışma hakkını savunan markaların kalıcılığı.

Allah zihin sağlığı versin (Amin)

 

Tanrım! Zihnimi Koru!” için bir yorum

  1. (Uzun bir aradan sonra yazınızı görmek beni sevindirdi. Elinize sağlık)

    Merhaba. Sanırım bizim Kenan evren nesli çoğunlukla ikiye ayrılıyor. ilk grup beni de içinde bulunduran kenar mahalleli veya taşralı diyeceğimiz ve “yaşamak direnmektir” sloganı ile büyüyen tayfa. Bu grup 35’ine kadar hayatta kalma, varoluşunu garanti altına alma , ailesini kurma, sevdiklerini koruma gibi konular ile uğraştı. Bunlara az şanslı ve dar gelirli bir evrenden gelen insanlar diyelim. bir şekilde mücadele ederek orta sınıf gelir grubuna ulaştılar.
    ikinci grup ise daha şanslı olan bizim çocukken apartman çocuğu diyerek küçük görmeye çalışıp aslında imrendiğimiz, ailesi meslek sahibi ve ebeveynlerinden en az biri üniversite mezunu olan ve zaten orta sınıfta doğanlar. Bunlar bizim bakış açımıza göre daha sevgi ve refah dolu ailelerde büyüyerek kültür ve eğitime erişmiş gençlerdi. Onlar da orta sınıf içinde ama belki 1-2 kademe yukarıda yerini aldılar.

    Ancak 2013 sonrası Türkiyesinde öyle tuhaf bişey oluştu ki, kodlanmış gibi bu iki grup da aynı depresyonu yaşıyor. Yani geçmişlerindeki travmaların yapıları da farklı, anıları da farklı ama programlanmış gibi aynı psikologlara gidip aynı dertlerden yakınıyorlar. Oysa apartman çocuğu grubu sevgi dolu ailelerde , dolu bir kültürle büyümüştü, bizim gibi eksiklikler ve sancılar içinde büyümemişti. Yani onların daha iyimser olması gerekmezmiydi? Sanırım bu Neo-Nazi burjuva dünyası orta sınıfı eritirken dertlerinin ne olması gerektiğini de onlara telkin ede ede herkesi aynı kalıba soktu. Duygusal olarak sömürülmeye çok açık bir halde insanlar. Kenar mahalleden tanıdığım arkadaşlarım da, Sitede büyümüş orta sınıf çocuğu arkadaşlarım da aynı yogayı yapıyor, vegan olmayı deniyor, benzer dertlerden yakınıyor, benzer çıkış yolları deniyor. Sanırım kenar mahalleli veya Site çocuğu hepimiz Neo Nazi burjuva sisteminin istediği karaktere bürünmüşüz farkında olmadan. Kendi koyunluğumuzun farkında olmadan başkalarını koyunlukla suçluyoruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir