Döküntü

Masada bir kahve,

Bir kadın ve bir adam oturmuş, karşılıklı…

Herkesin kahvesini alıp işine koşturduğu saatlerde, kafenin dışarı bakan kenar masasında bir adam ve bir kadın; ortalarında bir bardak kahve.

Adamın gözlerinde bıkkınlık, öfke, hiddet. Öfkenin gizleyemediği başka başka hisler, düşünceler…

Kadının gözleri görünmüyor, sırtı dönük, yüzünün ifadesi düşmüş omuzlarından belli…

Sesleri duyulmuyor ama adamın dudakları hırsla, öfkeyle büzülüp açılıyor. Aklından geçirdiği cümleler, hiçbir süzgeçten geçmeden dökülüyor dilinden, belli.

Adamın ağzından dökülen her bir kelime, kadının omuzlarının üzerine biniyor, görüyorum.

Adamın öfkesi arttıkça gözlerindeki ateş büyüyor. O ateşin içinde başka bir kadın var. O ateşin içinde başka bir heyecan. Karşısındaki yükten kurtulma arzusunu belli etmemek için daha da alevlendiriyor ifadelerini, görüyorum.

“Yok başkası!” diye bağırıyor, sesi, kulaklığımdaki müziği aşıp kulağıma ulaşıyor. Sesindeki o milisaniyelik titreşimi hissediyorum. Bastırmaya çalıştığı vicdan azabının titreşimi. Sesinin titrediği belli olmasın diye elini vuruyor masaya. Sallanan masanın dengesizliği ortadaki kahveye sirayet ediyor. Elinin üzerine sıçrayan sıcak kahvenin acısı, öfkesi ve vicdan azabıyla son bir kalkış hamlesi…

Arkasını dönüp uzaklaşıyor masadan.

Masada, yarısı etrafa saçılmış bir kahve, bir kadın oturmuş sırtı bana dönük. Dökülen kahvenin bir kısmı elbisesinde, yakıyorsa bile acıtmıyor, biliyorum. Birkaç peçete uzatıyorum. Masayı siliyor biriyle, diğeriyle gözlerini. Sırtı bana dönük, derin bir iç çekiyor ve kalkıyor masadan.

Masada, yarısı etrafa saçılmış bir kahve ve bir öbek peçete….

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir