Birbaşınalık

“Asosyalleşme ve insanlarla iletişimi koparma spora başlayıp bırakmak gibi” dedi geçen gün bir arkadaşım. Bedenin insani ilişkilere yabancılaşmaya başladıkça karakterin değişiyor. Kendi başınalığa alıştıkça etrafına karşı daha sabırsız, umarsız, minnetsiz ve belki de en önemlisi daha tahammülsüzleşiyorsun. Sporu bırakınca daha da tembelleşen kasların gibi, insanları bırakınca insana sabır kasların tembelleşiyor. Tahammül edemediğin her element için elinde mükemmel bir alternatifin var çünkü. Seni sıkıp bunaltmayan tek şey ayaküstü, plansız görüşmeler, sohbetler. Kimseye randevu vermeye tahammül edemiyorsun. Sanki tüm günlerini doldurursan önemli bir programa yer bulamayacaksın, önemli birine vakit ayıramayacaksın… Sanki herhangi bir program yaparsan hayatın istemediğin detaylarla dolup taşacak ve sen yaşamak istediğin hayatı kaçıracaksın. Sanıyorum ki yaklaşık iki senedir hayatımı bu kaçar-göçerlikle geçiriyorum. Herkesten her şeyden her türlü sorumluluktan kaçmak adına birbaşınalığın tadını çıkarıyorum. Kimleyim, neredeyim, kaç saat işim var tam bir muamma. İnsanlara verdiğim sözler bile belirli saat aralıklarını kapsıyor. “2’de buluşalım ama benim 5’te ayrılmam gerek” çünkü nefes almam gerek, sindirmem gerek, tek başına yemem tek başına okumam gerek Bu halin tek kötü tanı var o da insanları özlemek. Kimi insanları o kadar uzun süre görmüyorsun ki bir yerde karşına çıksalar boyunlarına atlayasın geliyor. Onun yerine olabilecek en hızlı şekilde selamlaşıp hal hatır sorup “neyse seni de tutmayayım” diyerek uzaklaşıyorum. Oysa onunla oturup konuşmaya ihtiyacım var benim. Derdimi anlatabileceğim tek insana ulaşmaya ihtiyacım var. Oysa o kadar yüzeysel konuşup kaçıyorum ki karşımdakinin durumu fark etmesi mümkün değil… 

Kendime çok yazık ediyorum bu aralar ya, hayırlısı…

Bunun daha beter bir hali de bin bir emekle boşa çıkardığın haftasonunu sabırsızlıkla bekleyip o gün geldiğinde evden çıkarken hissettiğin korkunç yalnızlık hissi. “Şu an görüşmeye gittiğim hiç kimse yok, evden çıktım ama yetişeceğim bir randevum yok, yanına koşarak gideceğim kimsem yok” diye söylenirken kendi kendine, gözlerinin dolmasını engelleyemiyorsun… 

Nereye gideceğine karar vermek yerine ayaklarının seni otomatik olarak taşıdığı yere doğru çeviriyorsun yönünü. 

Sonuç; her seferinde aynı sandalyede, aynı kalabalığın içinde, elimde aynı bardak ve belki farklı bir kitap, kulağımda sevdiğim bir şarkı, birbaşınalık huzuru ve tekbaşınalık huzursuzluğuyla oturuyorum. 

Birbaşınalık” için 2 yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir