Öyle umarsızca tutmayın ellerimi Sevgili Bayım.
Ben her terkedişimde bu şehri; sizin nefesinizin olmadığı bir kentin sınırlarına sürülmüş gibi hissederken, gözlerinizle karşılaşamayacağımı bildiğim o sokaklarda yürümekten bile acı duyarken, denizi gözlerinizi anımsatır korkusuyla ancak geceleri seyretmeye dayanabilirken, yapmayın bana bunu…
Bana elveda demeyin Sevgili Bayım…
Hoşça kal, Allaha ısmarladık, görüşmek üzere demeyin bana. Sizden uzakta hoş, selamette ya da huzurlu olacağımı da nereden çıkardınız? Kim sokuyor bu anlamsız cümleleri, hayalleri kafanıza?
Seyyah ruhum sizin yüzünüzden prangalara vuruldu. Keyif vermiyor artık bilmediğim sokakları arşınlamak, yeni yüzler, kokular, sesler keşfetmek. Bana ruhunu açıyor her bir şehir. Her biri geceyi bekliyor benim gibi ümitsiz aşıkların hikayelerini kulağıma fısıldayabilmek için. Dokunduğum her taş, dile gelip Leylalarını, Şirinlerini, Jullietlerini, Aslılarını, Şehrazatlarını, Cathylerini, Mümtazlarını anlatmak istiyor. Kulaklarımı tikayıp avazım çıktığı kadar bağırmak, seslerini bastırmak istiyorum. Mecnunlarını, Ferhatlarını, Keremlerini alıp başlarına çalsınlar istiyorum. Ben hırçınlaştıkça gökyüzü kabarıp dolanıyor başımda. Cümle denizi kaldırıp yağdırsa şehire, yüreğimdeki fırtınanın zerresi etmeyeceğini bile bile karardıkça kararıyor. Ama dinlemiyorum yine de…
En güzel kokuları da getirse, sizden tek bir nefes taşımadıkça bir değeri olmayacağını bilmeden esiyor rüzgar. Nafile…
Ah Bayım… Ah bu seyyah ruhu bu lanetli şehre mahkum eden Sevgili Bayım. Yüzyıllar boyu sokakları hırs, öfke, nefret, zulümle boyanmış bu şehre beni esir eden Sevgili Bayım…
İzbe kahvehanelerde, dumanın deme karıştığı muhabbetlerde aklıma düşüp beni bîçare bırakan Bayım…
Ya siz de gelin benimle, elleriniz hiç bırakmasın ellerimi; ya da hoşçakal demeyin bana giderken, başımda hoşluğa dair tek cümle sizken…