Kökler

Varlığınızla anlamlanmadı ki varlığım yokluğunuzda tükeneyim…

Beddualı şarkılar gibi serzenişlere düşecek kadar da ölmedik çok şükür. Biraz sevgisiz, biraz ilgisiz kaldık diye kuruyacak narin çiçek miyiz biz Bayım?

Saksıda yetişmedik, ruhumuz kadim mermerlerin arasına düşen bir söğüt tohumu gibi sabretti, güçlendi ve çıktı zamanı gelince yerin üstüne. Siz en ağır taşlardan inşa ederken kalenizin duvarlarını, rüzgarın getirdiği bir tohumdan ne olur diyerek güldünüz bana. Tekmeleyip uzaklaştırdığınız o tohum, yeşereceği en güzel çatlağı buldu ve yerleşti yuvarlanırken. Avlunuzda çalım satarak yürürken siz, mağrur bakışlarınızdan gizlendik. Gece en derin düşlerinize daldığınızda, kadim ağaçların ninnileriyle beslendik. Köklerimiz sardı bütün kalenizi baştan başa da, anlayamadınız ne güçlü büyüdüğümüzü.

Ah Sevgili Bayım…

Maceralar peşinde dolaştığınız diyarlardan dönüp de mermer avlunuzun bir köşesinde serpilmiş gövdemizi gördüğünüzde de umursamadınız. Küller döktünüz bir parçacık kalmış toprağımıza, zehirler döktünüz. O zehri kana kana içip büyüdük.

Gece düşlerinizin ortasında duyduğunuz tüm o minik çatırtılar, yıkılmaz sandığınız duvarlarınızın ufalanmasıydı da, fark etmediniz, yazık…

Oysa izin verdeydiniz de avlunuzda büyüyüp serpilseydik. Gölgemizde ağırlasaydık sizi yazın kavuran güneşlerinde. Rüzgarla savrulan dallarımız ninniler söyleseydi size geceleri.

İstemediniz…

Birbirimize yaslanıp yaşlanma hayalleri kurarken biz, bize ayakların altında ezilmeyi reva gördünüz.

Ne o? Duvarlar mı sallanıyor? Sarsılıyor mu taştan kaleniz şimdi? Un ufak olacak her bir taşa tutunmaya çalışmanız neden? Korktunuz mu Sevgili Bayım? Tutunacak dalınız mı kalmadı yoksa?

Merak etmeyin, başınıza yıkmayız gönül sarayınızı… Sararız sizi dallarımız olmasa da kadim köklerimizle.

Sizi bir başına bırakmayız Sevgili Bayım.

Biz, siz miyiz?

Tövbe tövbe…

(Wuthering Heights -1994 Movie scene)

Kökler” için 17 yorum

  1. Toprağa inen kazma darbelerini hissedebiliyordu. Demek varlığına dayanamamış işi
    kökten halledecekti. Oysa ki bu yaz ilk çiçeğini açacak ilk meyvesini evin sahibine ikram edecek ve belki eli eline değecekti. Ağaç ölümden çok korkardı ama böylesini de hiç hayal etmemişti. Derken sesler kesildi. Birini getirip kazılan çukura gömdüler. Ağacın kalbi var mıydı bilinmez ama adamın kalbi ağacın ellerinin arasındaydı artık. Ağaç ilk iş adamın çevresine bir kafes yaptı. Bir zindan. Önce dudaklarına dokundu sonra yanağını okşadı. Boynuna dolandı ve sıkmaya başladı. Sıktıkça nefreti büyüdü. Köklerini onu görmeyen gözlerine, onu duymayan kulaklarına, onunla konuşmayan ağzına sürdü. Sonra adamın göğüs kafesini doldurdu. Kalbini delik deşik etti. Kana doydu.
    Yaz gelmişti.. Çiçekli elbisesini giyebilir, sevgili bayı için en güzel şarkılarını söyleyebilirdi…

    1. Siz Deli Kadını hiç tanımamışsınız… Onun yüreği razı gelmez Sevgili Bayım’ını zindanlara atmaya… Yüreğini ellerinin arasına alamaz… Ondan nefret edemez, hele kalbini delik deşik etmek????? İçinizdeki vahşeti benim karakterlerime yansıtmayın rica ederim. Ve, Sevgili Bayım büyük harflerle başlar…

  2. Ağacın nefreti kendineydi çünkü adamı gerçek anlamda hiç tanımamıştı. İlk karşılaştıkları gün tohuma tebessüm etmiş onu ayağı ile susuz toprağa iteklemişti. O günden sonra toprak hiç çatlamadı. Adam tohumu çok sevdi fakat kadim ağaçların kıskançlığı hep korkutmuştu onu. Şimdi ağaç ışığın olmadığı bu yerde adamı korumalıydı. Burada su, hava, toprak hepsi düşmandı. Bu yüzden kafesi yaptı. Dışardan zindan gibi görünsede içersi bir ipek kozası gibi yumuşacıktı. Ağaç elini çabuk tuttu ve adamın kanını toprağın üstüne taşıdı. Adam güneşi binlerce çiçeğin gözünden gördü. Havayı ağaç ile soludu, yağmuru yudumladı. Toprağı avuçladı. Adam hayat buldu. Adam ağacın kalbi oldu.
    Adam gerçekti. Ağaç gerçekti. aslı karakterdi…
    Siz ne sandınız??? Tövbe… tövbe…

    Burdan bir Avatar filmi çıkar:))

    1. Buradan çıkabilecek tek şey, yazar kişisinin nüksedecek paranoya krizi olacak… Ne kolaydır bir maskenin ardından sıralamak kelimeleri peşi sıra. Üç noktadan başka bir kimliği olmayıp da öykülerin içine dalıveren maskelinin cesareti mi yoktur kendini açık etmeye? Öyle ise nasıl cesaret edebilmektedir öykücünün hissiyatını kendince yorumlayıp olayları bir kalpsizin lehine çevirmeye?
      İnsan merak ediyor…

      1. Binlerce özür dilemek isterdim lakin kabul etmezsiniz.. Öykünüz o kadar güzeldiki içine düşüverdim. Adamcağıza yardım edeyim derken yazar kişisinin hışmına uğradım. Neyse sonuçta ben kimim ki? Kimliği iki nokta olan bir korkak. Tıpkı öyküdeki adam gibi.

        Çok çok uzaktayım.. Korkmayın.

        1. Estağfurullah… Keşke düşündüğünüz kadar güzel olsa. Biraz aceleye getiriyorum bence, fazla hissi oluyor. Neyse, sağlıcakla

  3. Dış çerçeve Nagasaki’ye atılan Fat Man isimli atom bombasına çok benziyor.. Şu sıralar bombaların üzerine birşeyler yazmak çok yaygın:((

  4. Sevgili yazar.. Öykünüze müdahil olduğum için vicdan azabı çekiyorum. Lütfen yazdıklarımı silin ve yazmaya devam edin. Merak içindeyim, iyi misiniz? Sağlıcakla..

    1. Estağfurullah 🙂 bakmayın atar yaptığıma, huy işte. Kalsınlar, sorun değil hatta güzel de oldu. Yazamıyorum bu aralar, biraz tembellik hasıl oldu, teşekkürler…

admin için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir